You are currently viewing “Country Müziğin Efsanesi: ‘Mamas Don’t Let Your Babies Grow Up to Be Cowboys'”
<span class="bsf-rt-reading-time"><span class="bsf-rt-display-label" prefix="Okuma Süresi"></span> <span class="bsf-rt-display-time" reading_time="16"></span> <span class="bsf-rt-display-postfix" postfix="Dakika"></span></span><!-- .bsf-rt-reading-time -->

“Country Müziğin Efsanesi: ‘Mamas Don’t Let Your Babies Grow Up to Be Cowboys'”

‘Mamas Don’t Let Your Babies Grow Up to Be Cowboys’, hem duygusal mesajı hem de unutulmaz melodisiyle country müzik tarihinin en önemli parçalarından!” Kovboyları sevmek kolay olmayabilir ama bu şarkıyı kesinlikle öyle. Bu paylaşımda Country Muzik, Amerika kültüründe yanlızlık ve Ed Bruce’un oynadığı western dizisine kadar mercek altına aldık. Şimdi gelin şarkının derinliklerine inelim ve “En Detaylı Haliyle” inceleyelim. Şimdiden keyifli okumalar.

William Edwin Bruce Jr. (d. 29 Aralık 1939, Keiser, Arkansas -ö. 8 Ocak 2021, Clarksville, Tennessee)

“Country Müziğin Efsanesi: ‘Mamas Don’t Let Your Babies Grow Up to Be Cowboys'”

Ed Bruce ve Şarkının Kökleri

Ed ve Patsy Bruce tarafından yazılan şarkının orijinal adı “Mamas Don’t Let Your Babies Grow Up to be Guitar Players” idi. Bruce, The Billboard Book of Number One Country Hits kitabında hikayeyi anlattı: “Stüdyodan yeni çıkmıştım ve herkes yaptığım işten çok etkilenmişti. Yaptığım işte iyiydim ama kimse gerçekten bilmiyordu ve ilk düşüncem ‘Mammas Don’t Let Your Babies Grow Up to Play Guitars’ oldu. Sonra bunu ‘Don’t Let ‘Em Grow Up to Be Cowboys’ olarak değiştirdim.

Cowboys ain’t easy to love
And they’re harder to hold
They’d rather give you a song
Than diamonds or gold
Lonestar belt buckles and old faded Levis
And each night begins a new day
If you don’t understand him and he don’t die young
He’ll probably just ride away

Şarkı, gitarist olarak mücadele eden Ed ile başladı 60’ların sonunda Nashville’de başarılı olmak zordu. İlk liste başı albümü ironik bir şekilde 1967’de RCA için yaptığı “Walker’s Woods” oldu, ancak daha sonra Monument, United Artists, Epic, MCA ve ardından tekrar RCA için kayıtlar yaptı ve bu arada çok az başarı elde etti. Merak etmeyin bu süreci detaylıca inceleyeceğiz.

“Walker’s Woods” şarkısı ve outlaw country esintileri.

Ed Bruce’un Walker’s Woods şarkısı, hem lirik yapısı hem de müzikal özellikleriyle dikkat çeken bir eserdir. Şarkı, hikâye anlatımına dayalı yapısıyla, özgün ve derin temaları işleyen bir tarza sahiptir. Bununla birlikte, şarkının yayınlandığı dönemde (1960’lar), Outlaw Country henüz tam anlamıyla bir müzik hareketi olarak ortaya çıkmamıştı. Bu tür, 1970’lerde Willie Nelson, Waylon Jennings ve Johnny Cash gibi sanatçıların liderliğinde gelişmiş ve o dönemde country müziğin ticari Nashville sound’una karşı bir tepki olarak şekillenmiştir.

Walker’s Woods, Outlaw Country’nin temel fikirlerine ve ruhuna yakın bir yapı taşısa da, o dönemde bu tür henüz tanımlanmamıştı. Şarkının sözlerinde, bireysel özgürlük, içsel yolculuk ve doğayla bağlantı gibi temalar işlenir. Bu temalar, daha sonra Outlaw Country’nin karakteristik özelliklerinden biri haline gelecektir. Melankolik ve samimi bir ton taşıyan sözler, dinleyiciyi hikâyeye çeken bir anlatıcı perspektifi sunar.

Müzikal açıdan şarkı, akustik gitarın ve hafif blues etkili akor ilerleyişinin ön planda olduğu minimalist bir düzenlemeye sahiptir. Akorlar genellikle major ve minor tonlardan oluşur ve blues kökenli dominant 7. akorların kullanımı şarkıya hüzünlü bir derinlik katar. Slide gitar kullanımı, şarkıya hem duygusal bir doku hem de country müziğin köklerine olan bağlılığı ifade eder. Tempo, orta yavaş bir ritimde ilerler ve bu da hem hikâye anlatımını destekler hem de atmosferin melankolisini güçlendirir.

Ed Bruce’un vokal performansı, abartısız ve samimi bir duruş sergiler. Doğal ve hikâye anlatıcı bir üslupla seslendirdiği şarkı, Outlaw Country’nin ileride benimseyeceği “ham ve gerçek” estetikle uyumludur. Vokallerdeki tonlama ve dramatik vurgu, şarkının duygusal etkisini artırır. Bununla birlikte, prodüksiyonun sade ve doğrudan yapısı, şarkının samimiyetini güçlendirir. Minimalist bir enstrümantasyon ve doğal kayıt teknikleri, şarkının ruhunu daha da öne çıkarır.

Şarkının yayınlandığı dönemde Outlaw Country tam olarak var olmasa da, Walker’s Woods bu türün doğmasına zemin hazırlayan bir “öncü” olarak değerlendirilebilir. Ed Bruce’un bu şarkısı, Outlaw Country’nin daha sonra geliştireceği lirik ve müzikal özellikleri barındırırken, dönemin country ve rockabilly etkilerini de taşır. Bu bağlamda, Walker’s Woods, hem dönemin müzikal eğilimlerini yansıtan hem de Outlaw Country’nin temellerine dokunan bir eser olarak önemli bir yere sahiptir.

Jennings ve Nelson’ın 70’lerin başlarından ortalarına kadar süren kariyerlerindeki gençleşmenin aksine, Bruce hala bir kayıt sanatçısı olarak tekerleklerini döndürüyordu. Şarkı yazarı olarak küçük bir başarı yakaladı ama kayda değer bir şey yapamadı. Patsy faturaları ödemesine yardımcı olmak için reklamlarda iş bulmasına yardımcı oldu, ancak bu noktada 35 yaşındaydı ve kendini en iyi dönemini geçmiş hissediyordu. Çoktan birçok plak şirketi için kayıtlar yapmış ve country müziğin en büyük gruplarından bazılarıyla turnelere çıkmıştı ama yine de harcadığı zamanın karşılığını alamadığını düşünüyordu. Bu yüzden, Nashville’de yenilginin acı tadını hisseden her sanatçı gibi, duygularını anlatmak için müziğe sarıldı. Altı şarkısı listelere girmişti ama kariyeri hiçbir yere gitmiyordu. Karısı Patsy ona reklamlarda seslendirme yaparak bazı işler bulmuştu ama Ed her geçen yıl daha da hayal kırıklığına uğruyordu.

Mamas, don’t let your babies grow up to be cowboys
Don’t let ’em pick guitars or drive them old trucks
Let ’em be doctors and lawyers and such
Mamas don’t let your babies grow up to be cowboys
‘Cos they’ll never stay home, and they’re always alone
Even with someone they love

Bu otobiyografik şarkı, başlangıçta belirttiğimiz gibi “Mamas, Don’t Let Your Babies Grow Up to Be Guitar Players” (Anneler, Bebeklerinizi Gitarist Olmalarına İzin Vermeyin) olarak başladı. Ed’in Nashville’deki deneyimlerini doğrudan yansıtan ilk dize ve nakaratla, şarkının son hali daha örtük bir mesaj taşırken, başlangıçta çok daha açık ve doğrudan bir anlatıma sahipti. Sorun şuydu ki şarkı, sanki daha fazla söylenecek bir şey yokmuş ve ilham kaynağı tükenmiş gibi orada durdu. Patsy, Ed’in şarkının ne kadar otobiyografik olduğunu başlangıçta fark etmediğini, fark ettiğinde ise şarkının geri kalanının gelmeyeceğini düşündüğü için tamamlanmadığını söylüyor.

Patsy ayrıca, şarkının temel duygusunun herkes için anlaşılır olmasına rağmen, birçok hayranın hayallerini gerçekleştiremeyen bir müzisyenle doğrudan ilişki kuramayacağını düşündü. Bu yüzden şarkının başlığını değiştirmeyi önerdi. Özellikle country müzik hayranlarının, çocukluk kahramanları olarak gördükleri kovboy figürleriyle daha güçlü bir bağ kurabileceğini düşündü. Country müziğin ikonları arasında kovboyların en romantik figürler olarak görülmesi nedeniyle, “Kovboylar” başlığı ona daha anlamlı geldi.

Ed, United Artists’i şarkıyı kaydetmek için yeni bir sözleşme imzalamaya ikna etti ve bunu başardı. Şarkı, ilk 20’ye girerek Ed’e şimdiye kadarki en büyük hitini kazandırdı. Ancak takip eden single ilk 30’a giremedi ve Ed bir süre sonra yine eski işine, reklamlara geri dönmek zorunda kaldı ancak daha büyük şeyler de kapıdaydı. Bruces çifti birkaç yıl boyunca başarıya ulaşmak için mücadele etti, ta ki Jennings, Ed’in şarkılarını kaydetmeye karar verene kadar. O an, aradıkları fırsatı buldular. Gerisi tarih oldu ve şarkı Americana’nın bir parçası haline geldi.

“Mammas Don’t Let Your Babies Grow Up To Be Cowboys” by Ed Bruce.

Ed Bruce’un Erken Yaşamı ve Kariyerinin Başlangıcı

Bruce, Keiser, Arkansas, Amerika Birleşik Devletleri’nde doğdu ve Memphis, Tennessee’de büyüdü. 1957’de, 17 yaşındayken Sun Records’ta kayıt mühendisi olan Jack Clement’i görmeye gitti. Bruce, Sun’ın sahibi Sam Phillips’in dikkatini çekti ve onun için “Rock Boppin’ Baby ‘yi (’Edwin Bruce” olarak) yazıp kaydetti.

“Ed Bruce” ve “Rockabilly.”

Ed Bruce’un 1957’de yayınlanan Rock Boppin’ Baby şarkısı, dönemin popüler müzik akımı olan rockabilly tarzının güçlü bir örneğidir. Rockabilly, country müziğin temel unsurlarını blues ve rock’n’roll’un enerjisiyle harmanlayan bir türdür ve 1950’lerde Elvis Presley gibi sanatçıların öncülüğünde geniş bir dinleyici kitlesine ulaşmıştır. Rock Boppin’ Baby, bu türün karakteristik özelliklerini taşıyan, enerjik ve dansa uygun bir parçadır.

Şarkının lirik yapısı, 1950’lerin gençlik kültürünü yansıtır. Sözler, eğlence, dans ve gençliğin enerjisi üzerine kuruludur. Dönemin trendine uygun olarak basit ve akılda kalıcı bir anlatım benimsenmiştir. Bu özellik, şarkıyı kolayca hatırlanabilir ve dönemin genç dinleyicileri için çekici hale getirmiştir. Eğlenceli ve coşkulu sözleri, dönemin sosyal atmosferine de ışık tutar.

Melodik ve armonik açıdan şarkı, rockabilly’nin temel unsurlarını taşır. Major akorlarla oluşturulmuş basit bir akor ilerleyişi (genellikle I-IV-V progresyonu) şarkıya neşeli ve hareketli bir hava kazandırır. Bu yapının kökleri country müziğe dayanır, ancak blues etkileri ve hızlı tempo, şarkıyı rock’n’roll’a daha yakın bir noktaya taşır. Gitar riff’leri ve solo bölümler, dönemin elektrik gitar odaklı müzik anlayışını yansıtır. Özellikle “twangy” tonlar, country etkisini hissettirirken, enerjik mızrap darbeleri ve basit ama etkileyici melodiler rockabilly tarzını güçlendirir.

Enstrümantasyon açısından, şarkıda slap-style stand-up bas, elektrik gitar ve minimal bir davul düzenlemesi öne çıkar. Slap bas, şarkıya ritmik bir “zıplama” efekti verir ve rockabilly’nin karakteristik unsurlarından biri olarak şarkıyı dans pistlerine uygun hale getirir. Elektrik gitarın hem ritim hem de solo partisyonları, dönemin rock’n’roll estetiğini vurgular. Davul ise sade bir ritim sağlayarak tempoyu destekler ve şarkının enerjik yapısını tamamlar.

Vokal performansı açısından Ed Bruce, şarkıda 1950’lerin popüler müzik ikonlarından biri olan Elvis Presley’in etkilerini hissettirir. Vokal tarzı, Elvis’in gençlik enerjisi ve karizmasını yansıtan hafif boğuk tonlamalar ve dinamik ifadelerle benzerlik taşır. Şarkı söyleme şekli, swing ve vurgu teknikleriyle rockabilly’nin dansa uygun doğasını vurgular. Bruce’un vokalindeki özgüven ve doğallık, şarkının çekiciliğini artırır.

Prodüksiyon teknikleri dönemin imkanlarına uygun şekilde sade ve hamdır. Şarkı, mono formatta kaydedilmiş olup, efektlerden arındırılmış doğrudan bir ses sunar. Bu yaklaşım, şarkının enerjik atmosferini koruyarak dönemin genç dinleyicilerinin ilgisini çeker.

Sonuç olarak, Rock Boppin’ Baby, Ed Bruce’un country köklerinden ziyade rockabilly türüne yaklaşan bir eseridir. Şarkı, dönemin gençlik kültürünün ruhunu ve rock’n’roll etkilerini başarıyla yansıtır. Elvis Presley’in müzik tarzıyla olan benzerliği, şarkının hem vokal hem de enstrümantal yapısında hissedilir. Bu yönüyle, Rock Boppin’ Baby, Ed Bruce’un kariyerinde farklı bir noktada duran, dönemin popüler rockabilly trendine katkı sağlayan enerjik ve etkileyici bir parçadır.

1960’lar: Erken Dönem Başarılar

1960’ların başında Bruce, RCA ve Wand/Scepter gibi bazı küçük plak şirketleri için rockabilly müziğin yanı sıra country ve “See the Big Man Cry” gibi pop şarkılar da kaydetti. 1962’de pop yıldızı Tommy Roe için “Save Your Kisses ‘i yazdı ve 1963’te Bill Justis tarafından Tuneville Music’te yayınlanan ‘See the Big Man Cry ’ın (Wand 140) kendi kaydıyla Billboard ‘Bubbling Under’ listesinde 109 numaraya ulaştı. Charlie Louvin 1965’te “See the Big Man Cry ‘ı (Capitol 5369) kaydetti; Louvin’in versiyonu Billboard ’Country Singles” listesinde 7 numaraya ulaştı. Kariyeri boyunca Bruce’un yazdığı ve kaydettiği birçok şarkı başkaları tarafından yeniden kaydedildiğinde daha başarılı oldu. 1966’da Bruce RCA’ya geri döndü ve “Puzzles”, “The Price I Pay to Stay” ve “Lonesome Is Me ”yi kaydetti. İlk liste başı single’ını 1967’de “Walker’s Woods” ile yaptı ve The Monkees’in “Last Train to Clarksville” şarkısına yaptığı versiyonla da liste başı oldu. Bu iki single da küçük çaplı hitler oldu. Bruce 1969’da Monument Records ile anlaştı ve burada “Everybody Wants To Get To Heaven” ve “Song For Jenny” ile küçük başarılar elde etmeye devam etti.

1970’ler: Başarıların Yükselişi

Bruce, 1974’te Tanya Tucker için büyük bir hit olan “The Man That Turned My Mama On ‘u ve aynı yıl Crystal Gayle için yazdığı ’Restless ”ı yazdı. 1973’te United Artists Records ile anlaştı ve birkaç single yayınladı, ancak 1974’te yalnızca bir single küçük bir hit oldu. Bruce nihayet 1976’da o zamanki eşi Patsy Bruce ile birlikte yazdığı “Mammas Don’t Let Your Babies Grow Up to Be Cowboys” şarkısının versiyonuyla country listelerinde ilk 20’ye girdi.

Bruce, 1976’da iki Top 40 hitine daha imza attı ve 1977’de Epic Records ile anlaşarak küçük çaplı hitlere imza attı. 1978’de “Mammas Don’t Let Your Babies Grow up to Be Cowboys” Willie Nelson ve Waylon Jennings tarafından kaydedildi. Bu şarkı büyük bir hit oldu ve Bruce’un kariyerindeki yükselişi devam ettirdi. 1979’da Tanya Tucker, Bruce’un 1977 tarihli “Texas (When I Die)” şarkısını country Top 5’e taşıdı.

Waylon Jennings and Willie Nelson – “Mammas Don’t Let Your Babies Grow Up to Be Cowboys” (1978)

“Waylon Jennings”, “Willie Nelson” , “The Highwaymen” grubu ve Outlaw Country.

Bireysel olarak ikonik olsalar da Waylon Jennings denince akla Willie Nelson, Willie Nelson denince de Waylon Jennings gelir. Her halükarda, aynı zamanda sert ve rock etkili bir country sound’u barındıran bir alt tür olan outlaw country’yi de düşünüyorsunuz. Bu alt tür, sanatçıların – ve daha sonra başkalarının – country müziğin ana akımını kendi açılarından fazla sınırlayıcı bulup stüdyoda daha fazla sanatsal kontrol talep etmeleriyle oluşmuştur.Waylon Jennings ve Wille Nelson’dan bahsedecek olursak Outlaw Country akımından söz etmeden olmaz bu yüzden kısaca değinelim fakat bu konuyu daha sonraki paylaşımlarımızda detaylıca ele alıcaz.

Nelson’ın yıldızlığa giden yolunun taslağını başka bir yerde çizmiştik ve o Nashville’de nasıl başarılı olacağı konusunda ilham almak için Teksas’a bakarken, Jennings daha da uzaklara baktı. Nashville’e taşındıktan sonra Johnny Cash ile oda arkadaşı olan bir sanatçının hikayesinin o anda yazılmış olacağını düşünebilirsiniz, ancak gerçekte bu biraz daha karmaşıktır. Nelson gibi Jennings de Nashville’de, RCA Records aracılığıyla erken bir başarı yakaladı, ancak Nelson’ın aksine yazar olarak değil solo sanatçı olarak. “Only Daddy That’ll Walk the Line“ ve ‘The Chokin’ Kind” gibi 60’lı yılların sonundaki mücevherleri de içeren ilk on hit şarkısı ve “MacArthur Park” Grammy bile kazandı; üstelik 1966 yapımı Nashville Rebel filminde de rol aldı.

Yine de, plak şirketinin uygulamalarının yapmak istedikleri üzerinde fazla kontrolcü olduğunu düşünüyordu ve yapımcı Danny Davis’in Jennings’in uyuşturucuya bağlı, dengesiz davranışlarının kayıt sürecine zarar verdiğini düşündüğü göz önüne alındığında, personel de çoğunlukla aynı şekilde hissediyordu. Jennings’in New York’taki Max’s Kansas City gece kulübü gibi yüksek profilli rock mekanları da dahil olmak üzere başka yerlerde yeteneklerini sergilemesine kapı açan New York rock odaklı menajer Neil Reshen’i işe almasıyla her ikisi için de işe yarayan bir çözüm geldi. Stüdyoda ise Jennings rock gruplarının yıllardır sahip olduğu, kendi materyallerini, stüdyolarını ve müzisyenlerini seçme hakkı da dahil olmak üzere daha fazla yaratıcı kontrole sahip oldu. Daha fazla kontrol 1973 tarihli Lonesome, On’ry and Mean ve Honky Tonk Heroes gibi önemli koleksiyonlara katkıda bulundu, ancak satışlar başlangıçta Jennings’in neden başından beri yaratıcı kontrole sahip olması gerektiğini yansıtmıyordu. Henüz gerçek müziğin adı konmamış olsa da, isyankâr eylemleri nedeniyle Jennings Nashville’de, Nelson ise Teksas’ta benzer bir şekilde kanun kaçağı olarak tanınıyordu. Jennings 1975’te CMA Yılın Erkek Vokalisti Ödülü’nü kazandı, ancak 1976’ya gelindiğinde RCA’daki hesabı 1 milyon dolar eksideydi.

Peki, ne değişti? 1976’da Jennings’e büyük çıkışını sağlayan ve yaptığı müziğe nihayet bir isim veren başka bir albüm yayınlandı. Bu albüm aynı zamanda Nelson ve Jennings’in eşi Jessi Colter ile Tompall Glaser için de çığır açan bir koleksiyon oldu. Wanted! The Outlaws, yukarıda adı geçen tüm sanatçıların geçmiş kayıtlarından oluşan bir derleme çalışmasıydı, ancak doğru itici güç ve pazarlamayla, country ve rock hayranları arasında bağlantı kurarak country müzik tarihinde platin statüsüne ulaşan ilk albüm oldu.

Bir yandan Jennings ve Nelson’ın albümleri artık rock sanatçılarının sattığı rakamlara ulaşmış ve Nashville yavaş yavaş yapımcıların egemen olduğu bir düzenden sanatçıların söz sahibi olduğu bir düzene geçmeye başlamıştı. Öte yandan, Jennings ve Nelson bir şekilde birbirlerine bağlı bir grup haline gelmiş, kendi başlarına başarılı olmaya devam ederken, “Good Hearted Woman” ve hatta Jennings’in “Luckenbach, Texas (Back to the Basics of Love)” şarkılarındaki işbirlikleri sayesinde Nelson’a sinsice atıfta bulunup sürpriz bir konuk olarak yer almışlardı.

Ancak, 1978’deki ortak çalışmaları “Mamas Don’t Let Your Babies Grow Up to Be Cowboys”, ikiliyi sonsuza dek kültürel ikonlar olarak birbirleriyle eş anlamlı hale getirecek ve tüm country müziğin en ikonik başlık kancalarından birine sahip Grammy ödüllü bir çaba olacaktı.

1980’ler: En Büyük Başarılar

Bruce 1980 yılında, en büyük başarılarını elde edeceği MCA Records ile anlaştı. MCA ile ilk hitleri arasında “Diane”, “The Last Cowboy Song”, “When You Fall In Love (Everything’s A Waltz)”, “Evil Angel” ve “Love’s Found You And Me” vardı. En büyük hiti “You’re the Best Break This Old Heart Ever Had” 1982’de country listesinde bir numaraya yükseldi. Bu aynı zamanda Bruce’un 15 yıl sonra şarkıcı olarak ilk Top 10 hiti oldu. “Ever, Never Lovin’ You”; ‘My First Taste of Texas’; ve ‘After All’ gibi Top 10’a giren başka hit şarkıları da vardı.

Bruce 1984’te RCA Records’a geri döndü ve 1985’te “You Turn Me On Like A Radio” ile 3 numaraya yükseldi. Son Top 10 single’ı 1986’da “Nights” ve son Top 40 single’ı (ve bugüne kadarki son liste single’ı) 1987’de “Quietly Crazy” oldu ve son liste başarılarını elde etti.

Ed Bruce’un müzik türlerindeki evrimini gösteren bir scatter plot.

Ed Bruce’un Oyunculuk Kariyeri

Ed Bruce, müzik kariyerine ek olarak televizyon ve radyo reklamlarında seslendirme yaparak gelirini destekledi. 1986’da müziği geri plana atarak oyunculuğa yöneldi. 1980’lerin sonunda Truckin’ USA ve American Sports Cavalcade adlı programların sunuculuğunu yaptı.

American Sports Cavalcade Jenerik

1981-82 yıllarında NBC’de yayınlanan Bret Maverick dizisinde kasaba kanun adamı olarak ikinci başrolünü oynadı ve dizinin tema şarkısını yazıp seslendirdi. Bruce, ayrıca Steven Seagal ile birlikte Félix Enríquez Alcalá’nın yönettiği 1997 yapımı Fire Down Below ve Michael Mann’ın yönettiği 2009 yapımı Public Enemies filmi de dahil olmak üzere birkaç sinema filminde rol aldı.

“The tradition of Roy Rogers and Gene Autry”

Roy Rogers ve Gene Autry, Amerika’nın country ve western müziği tarihindeki en büyük figürler arasında yer alır. Her ikisi de sadece şarkıcı değil, aynı zamanda kovboy filmlerinin popüler yıldızları olarak da bilinir. “The tradition of Roy Rogers and Gene Autry” ifadesi, onların yarattığı bir mirasın ve belirli bir tarzın devamını temsil eder. Bu iki sanatçı, “şarkı söyleyen kovboy” imajını ölümsüzleştiren bir miras bırakmıştır. Sadece müzikal başarılarıyla değil, aynı zamanda filmlerde canlandırdıkları kahraman kovboy karakterleriyle de Amerikan pop kültüründe büyük bir yer edinmişlerdir. Onların başlattığı bu gelenek, sonrasında gelen birçok country sanatçısına ve western film karakterine ilham vermiştir. “Roy Rogers ve Gene Autry geleneği” ifadesi, kovboy yaşam tarzını idealize eden, hem müzik hem de sinema aracılığıyla bu yaşam tarzını şanlandıran bir mirasa işaret eder. Bu gelenek, Amerikan kültürünün bir parçası olarak modern zamanlara kadar varlığını sürdürmüş ve country müziğin köklerinde yer bulmuştur.

“The Last Of The Singing Cowboys”

Ölüm

Bruce, 8 Ocak 2021’de 81 yaşında Clarksville, Tennessee’de doğal nedenlerle öldü. Eski eşi, müzik menajeri ve söz yazarı Patsy Bruce da dört ay sonra 81 yaşında ölmüştür, ölümünden iki yıl önce Bruce, 3 Haziran 2018’de Little Rock’taki Arkansas Üniversitesi’nde “Yaşam Boyu Başarı” dalında Arkansas Country Müzik Ödülü ile onurlandırılmıştır. Ed Bruce’un ve eski eşi Patsy Bruce’un birbirine yakın zamanlarda vefat etmeleri, country müziğin bir başka ikonik çiftini, Johnny Cash ve eşi June Carter Cash’i anımsatıyor. Johnny ve June, hayatları boyunca hem sahnede hem de özel yaşamlarında ayrılmaz bir bütün oldular ve aynı yıl içerisinde, sadece birkaç ay arayla hayata veda ettiler. Bu sevgi dolu vedaları, country müziğin derinlerinde yatan sadakat, bağlılık ve ortak bir hayatın güzel ama zorlu yolculuğunu hatırlatır nitelikteydi.

Johnny Cash and June Carter / Mirrorpix, Getty Images

Benzer bir şekilde, Ed Bruce da müzikal yolculuğunu eşi Patsy Bruce ile birlikte yürütmüş; hem hayat arkadaşlığı hem de sanat ortaklığı ile büyük başarılara imza atmışlardı. “Mammas Don’t Let Your Babies Grow Up to Be Cowboys” gibi unutulmaz bir şarkıyı birlikte yazmaları, ikilinin birlikte yaşadığı derin sanatsal uyumu gösterir. Patsy’nin vefatının, Ed Bruce’un ölümünden sadece dört ay sonra gelmesi, aralarındaki bu derin bağın sanki bu dünyada da onları ayırmaya yetmeyeceğini hissettirir.

Country müziğin kalbi, sadece şarkılarda değil, bu türün içinde yaşayanların hayatlarında da yankı bulur. Tıpkı Johnny ve June’un hikayesi gibi, Ed ve Patsy’nin veda edişleri de country müziğin melankolik ama bir o kadar güçlü duygusal derinliğini taşır. Her iki çiftin de hayatları, şarkılarında anlattıkları gibi bir tür kaderin yankısı gibiydi; aşk, sadakat ve kaçınılmaz vedalarla örülü.

Şarkının Amerikan Kültüründeki Yeri

Ed Bruce’u detaylıca inceledikten sonra şarkının derinliklerine ve amerikan kültüründe ne ifade ettiğine Amerikan kültüründe yanlızlık çerçevesi ile değinebiliriz;

Amerikan kültüründe daha doğrusu Amerikan mitolojsinde yanlızlığın yeri derin ve önemlidir, avrupadan gelip Amerika’nın Apalaşlar dağlarına yerleşen hacılardan tutun yanlız kovboy hikayelerine veya yakın dönemdeki masküleniteye kadar uzanır. Sarkıda ise “Cowboys: Always Alone, Even with Someone They Love” derken yine bu mitolojiye bağlantı kuruluyor. Belirtmek isterim ki bu konular oldukça kapsamlı olduğundan bu paylaşımda sadece bir çerçeve çizeceğiz fakat sitemizde Amerikan kültürüne ve mitolojisine verdiğimiz önem neticesinde ilerleyen paylaşımlarımızda bu çerçevenin içini doldurmaya devam edeceğiz.

“Yalnızlık Amerikan özünün bir parçasıdır; uzun zamandır süregelen bağımsızlık iştahımızın bir yan ürünüdür: Avrupa’dan ayrılan Hacılar, farklı olma haklarını kabul edemeyen bir toplumun bağlarını ve kısıtlamalarını isteyerek terk ettiler. Yalnızlığı aramadılar, ama otonomilerinin bedeli olarak kabul ettiler. Sonsuz gibi görünen sınırı keşfe çıkan kovboylar da kişisel bağlarını gurur ve kendine saygı uğruna takas ettiler. Nihai Amerikan simgesi astronottur: Daha kahraman ya da daha yalnız kim olabilir? Öz-belirleme ve kendi kendine yeterlilik bedeli genellikle yalnızlık olmuştur. Ama Amerikalılar bu bedeli ödemeye her zaman hazır olmuşlardır. … Ancak öz-yaratım Amerikan hikâyesinin yalnızca yarısıdır. İzolasyon dürtüsü, hep sarılan ve boğan topluluklarda toplanma dürtüsüyle çatışma hâlindedir. Hacılar, manevi isyanlarını teşvik ederken, aynı zamanda vahşi bir uyum dayatıyorlardı. Salem cadı mahkemeleri, geriye dönüp bakıldığında, dayanışmayı dayatma girişimleri gibi okunabilir—tıpkı McCarthy sorgulamaları gibi. ABD’nin tarihi, Schopenhauer’in ‘Karamsarlık Üzerine Çalışmalar’ındaki soğukta toplanan ve acıyla uzaklaşan kirpilerle ilgili ünlü meseline benzer; her zaman ayrılma ve toplanma arasında gidip gelir.”

Marche’nin bahsettiği şey, Amerikan mitolojisidir, Amerikan karakterinin bir “öz”ü ya da “gerçek” tarih değil. Eğer bu ayrımı daha net yapmış olsaydı, oldukça alakalı ve önemli bir nokta olurdu. Bağımsızlık, kendi kendine yeterlilik, öz-belirleme: Bunlar, Amerikalıların geçmişleri hakkında kendilerine anlattıkları birçok hikâyenin temelini oluşturan değerlerdir. Ve bu değerlerin, hem yalnızlık hem de toplulukla ilgili gerçeklikle, günümüzde nasıl etkileşimde bulunduğunu düşünmek büyüleyicidir.

Alexis de Tocqueville, iki yüzyıl önce “Demokrasi Üzerine” adlı eserinde bireysellik ile toplulukçuluk arasındaki bu paradoksu ele aldı. Fransız düşünür, 1831’de Amerika’yı dolaştı ve Amerikan kurumları, tarihi, toplumu ve karakterine dair geniş kapsamlı bir inceleme yazdı. “Amerika’da Demokrasi”nin ana temalarından biri, eşitliğe dayalı bir toplumun ürettiği bireysellik ile topluluk yaşamına dayalı kurumlar ve dernekler arasındaki gerilimdi. De Tocqueville, sosyal eşitliğin, son derece bencil insanlar ürettiği dezavantajına sahip olduğunu savundu.

Gerçek bir Tocqueville üslubuyla, zamansızlık hissi veren bir pasaj kaleme aldı—Marche bu ifadeyi günümüz yalnızlığını tanımlarken kelimesi kelimesine kullanabilirdi:

“Gözlemcinin dikkatini çeken ilk şey, eşit ve birbirine benzeyen sayısız insan topluluğudur; durmaksızın hayatlarını tatmin eden ufak ve bayağı zevkleri elde etmeye çabalarlar. Her biri, ayrı bir şekilde yaşar ve diğer herkesin kaderine yabancı gibi davranır; çocukları ve özel arkadaşları onun için tüm insanlığı oluşturur. Diğer yurttaşlarına gelince, onlara yakındır ama onları görmez; onlara dokunur ama onları hissetmez; sadece kendisi için ve kendi içinde var olur; ve eğer akrabaları hâlâ ona bağlı kalıyorsa, o zaman bile ülkesini kaybetmiş sayılabilir.”

Ancak Tocqueville, Jackson dönemi Amerikan toplumunun, sosyal eşitlikten kaynaklanan izolasyon etkileriyle nasıl mücadele ettiğini anlatmaya devam eder, belki de en önemlisi dernek yaşamı aracılığıyla: “Dünyanın hiçbir ülkesinde, dernek ilkesi Amerika’da olduğu kadar başarıyla kullanılmamış veya daha fazla nesneye uygulanmamıştır.” Amerikalılar 1820’ler ve 1830’larda gruplar oluşturmayı severdi: siyasi partiler, dini mezhepler, reform hareketleri. Bu, Joseph Smith ve Mormonizm, büyük ölçekli evanjelik uyanışlar, alkol yasağı hareketleri ve Amerikan Kölelik Karşıtı Toplum dönemi idi.

7. Amerika Birleşik Devletleri başkanı Andrew Jackson

Peki, Amerikan toplumunun en ünlü tarihsel gözlemcilerinden birinin bu toplumun yoğun toplulukçuluğunu vurguladığı gerçeği neyi ifade eder? Benim derdim Tocqueville’in haklı mı yoksa haksız mı olduğu değil; mesele şu ki, Amerikalılar ve Amerikan toplumunun eleştirmenleri her zaman toplulukçuluk ve bireysellik arasındaki dengeyle boğuşmuştur.

John Wayne’in en ünlü western filmlerinden biri olan The Searchersın sonunda, kaçırılan bir kız kurtarılır ve bir aile yeniden bir araya gelir. Kapanış müziği yükselirken, Wayne’in karakteri ailesine, birbirine dayanan insanlara bakar ve ardından tozlu Batı Teksas ufkuna doğru yalnız ve kimsesiz bir şekilde yürür.

Bu sahne, temel bir Amerikan masalının klasik bir örneğidir: bireycilik fikri üzerine inşa edilmiş bir ulus, sıkıntılara dayanarak her şeyi başaran ve yalnız kalmayı seven bir hikaye.

The Searchers – (John Ford 1956)

Alexis de Tocqueville, 19. yüzyıl ortalarında Democracy in America adlı kitabında, “sosyal koşullar daha eşit hale geldikçe,” Amerikalıların ve onlar gibi insanların derin topluluk bağlarını reddetme eğiliminde olup olmayacağını sorgulamıştı.

“Her zaman kendilerini yalnız başlarına duruyormuş gibi düşünme alışkanlığı edinirler ve bütün kaderlerinin kendi ellerinde olduğunu hayal etmeye yatkındırlar,” diye yazmıştı. “Böylece demokrasi, her insanı atalarını unutturmakla kalmaz, aynı zamanda onu kendine döndürür ve sonunda onu kendi kalbinin yalnızlığına hapseder.”

Bu, Amerikalıların kendilerini algılama biçiminde tekrar eden bir konu olmuştur. Demokrasi çağından önce, daha iyisi ya da daha kötüsü için, “İnsanlar yalnız değildi. Bağlantılar ağına sıkı sıkıya bağlıydılar. Ve birçok ülkede bu, Amerika Birleşik Devletleri’nde olduğundan daha doğruydu,” diyor Pell Uluslararası İlişkiler ve Kamu Politikası Merkezi’ndeki Nationhood Lab direktörü Colin Woodard.

“Bu geniş alanlara çıkıp doğayla bağlantı kurma ve geçmişten kaçış fikri, bizi Amerikalı yapan şeyin tam da bu olduğuna dair bir fikir var,” diye ekliyor Woodard.

Ancak birçok sınır efsanesi, toplumun ülkenin yerleşimi ve büyümesindeki önemini göz ardı eder. En büyük işbirliği hikayelerinden bazıları — belediye organizasyonlarının ve sendikaların yükselişi, 1930’lardaki Büyük Buhran’dan birçok Amerikalıyı kurtaran New Deal programları, İç Savaş’tan II. Dünya Savaşı’na kadar süren savaş çabaları — bireycilik hikayelerinin gölgesinde kalır.

32. Amerika Birleşik Devletleri başkanı Franklin D. Roosevelt’in 1930’larda Büyük Buhran döneminde sunduğu ve uyguladığı ekonomik reform programı olan New Deal’ı desteklemek için kullanılan bir kampanya rozeti veya promosyon materyalidir.

Bu anlatılar, Amerikan kültüründe bireycilik ve toplulukçuluk arasındaki gerilimi açıkça ortaya koyuyor. Amerikan mitolojisi, yalnız kovboy ya da bağımsız astronot gibi bireysel kahramanları yücelterek bireycilik değerini kutlarken, toplumsal dayanışma ve işbirliğinin önemini de tamamen reddetmez. Aslında, bu iki eğilim—bireysel özgürlük ve toplumsal sorumluluk—birbirini tamamlayan, ancak zaman zaman çatışan bir dinamiğin parçalarıdır. Amerikan hikâyesi, yalnızlığın derin çekiciliğiyle birlikte topluluk kurma ihtiyacının kaçınılmazlığı arasında gidip gelen bir denge arayışını temsil eder.

Sonuç olarak, Amerikan mitolojisinin yalnız kahramanları ve toplulukçuluk arasındaki bu karmaşık dansı, bireysel yollarını bulma arayışındaki her bireyin hikayesidir. Nihai ders? Mammas LET Your Babies Grow Up to Be Cowboys.

İlerideki paylaşımlarda devam edeceğimiz, çerçevesini çizdiğimiz konular.

Amerikan Tarihi ve Amerikan Mitolojsinde Yalnızlık.

American Outlaws ve Outlaw Country.

Amerikan Toplum Demokrasi Anlayışı ve Toplum Analizi.

Roy Rogers ve Gene Autry Geleneği.

Alexis de Tocqueville ve Demokrasi Üzerine.

7. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Andrew Jackson.

New Deal ve 32. Amerika Birleşik Devletleri başkanı Franklin D. Roosevelt.

Rockabilly ve Tarihi.

Ek İçerik Önerileri

Kaynaklar;

  • Tocqueville ve Amerikan Demokrasisi: Bireycilik ve Toplulukçuluk
    Kaynak: Alexis de Tocqueville, Democracy in America (1835 ve 1840) – Amerikan toplumunda bireycilik ve toplulukçuluk arasındaki gerilimin analizi.
  • Facebook ve Modern Yalnızlık: Sosyal Bağların Zayıflaması
    Kaynak: Stephen Marche, Is Facebook Making Us Lonely? – Modern Amerikan toplumundaki yalnızlık ve sosyal bağların çözülmesi üzerine bir değerlendirme.
  • Kovboylar ve Hacılar: Amerikan Mitolojisinde Yalnızlık
    Kaynak: Cameron Blevins, Pilgrims, Cowboys, and Loneliness – Amerikan kültüründe yalnızlığın tarihsel ve mitolojik temelleri.
  • Amerikan Rüyası ve Yalnızlık Algısı
    Kaynak: Ted Anthony, How the American Dream Convinces People That Loneliness is Normal – Amerikan Rüyası’nın bireycilik mitolojisiyle yalnızlığı nasıl normalleştirdiği üzerine modern bir analiz.
  • Schopenhauer’un Kirpi Alegorisi: Felsefi Bir Çerçeve
    Kaynak: Schopenhauer’un Porcupine Dilemma’sı – Amerikan bireyciliği ve toplulukçuluğu arasındaki gerilim için felsefi bir metafor.
  • John Wayne ve Amerikan Batı Mitolojisi
    Kaynak: The Searchers gibi eserler – Yalnız kovboy figürü ve bireycilik temasının Amerikan popüler kültüründeki yansımaları.
  • Colin Woodard ve Amerikan Bireyciliğinin Tarihi
    Kaynak: Nationhood Lab – Amerikan bireycilik mitosu ve tarihsel bağlamdaki topluluk dinamikleri üzerine bir analiz.
  • Tocqueville’in Perspektifinden Andrew Jackson Dönemi
    Kaynak: 19. yüzyıl reform hareketleri ve dernek yaşamı – Amerikan toplulukçuluğunu vurgulayan tarihi örnekler.
  • Ed Bruce ve Country Müziğin Mirası: Hayatı ve Şarkıları
    Kaynak: Rolling Stone – Ed Bruce’un yaşamı ve müzikal mirası üzerine detaylı bir inceleme.
    Kaynağa Git
  • Şarkı Sözleri ve Anlamı: ‘Mamas Don’t Let Your Babies Grow Up to Be Cowboys’
    Kaynak: Genius – Waylon Jennings ve Willie Nelson’ın bu ikonik şarkısının tam sözleri ve detaylı incelemesi.
    Kaynağa Git
  • Efsanevi Bir Düetin Hikayesi: ‘Mamas Don’t Let Your Babies Grow Up to Be Cowboys’
    Kaynak: American Songwriter – Waylon Jennings ve Willie Nelson’ın şarkıyı nasıl efsanevi bir düete dönüştürdüğünün hikayesi.
    Kaynağa Git